Amsterdam


I ❤️ Amsterdam
Deniz üzerine kurulmuș bir özgürlükler șehri. Sizlere her istediğinizi vermek için hazır. Çoğu kişinin aklına Coffeeshop'lar, Red Light District gelse de, burası tam bir megapol. Hemen hemen dünyanın tüm ülkelerinden insanın olduğu ve bunların uyum içinde yaşadığı bir kent!
Çevresindeki doğal güzelliklerle de isteyenlere mükemmel bir tatil vaad ediyor.

Amsterdam’a ilk olarak 2003 yılında gitmeyi denedim. Ablamla birlikte Londra ve Amsterdam turu yapmak istiyorduk. Bu masum isteğimiz benim öğrenci olmam ve İngiltere vizesi alamamam nedeniyle ne yazık ki gerçekleşemedi. Daha sonra Ev arkadaşım ve IBM’den iki çalışma arkadaşımla tekrar gitmeyi denedik. Bu sefer biraz daha gerileme vardı. O esnada ülkeyi vuran pasaport krizi pasaport almamızı bile engellemişti. Aldığımız turu iade ederken pasaportlarımız arkadaşların Amsterdam’a ulaştığı gün elimize geldi. Gaza gelmişken Haziran ayında Kasım ayı için Orta Avrupa turu aldık.
2. Amsterdam seferinin acısını yaşarken arkadaşlarımın ve diğer gidenlerin anlattıklarıyla Amsterdam’ı iyice merak etmeye başlamıştım. Sonunda gezegenler hizaya geldi, ben Hollanda’dan 1 yıllık vize aldım ve Amsterdam yolları gözüktü. Tabi bu noktaya gelene kadar biraz olaylar oldu ama iyice detay vereceğim için bir de onları anlatıp canınızı sıkmayacağım.
Amsterdam’a yılın her zamanı ucuz bilet bulunabiliyor. Kış aylarının daha ucuz olduğunu söylememe gerek yok. Bir de tren fiyatlarını internetten kontrol edin, yakın bir yere (Özellikle Almanya’ya) uçup trenle oradan geçebilirsiniz. Ama gitmeden önce mutlaka tren biletinizi almış olun, internet üzerinde fiyatlar daha ucuz. Anlatmam gerek, Amsterdam’a gitmeden 3 gün önce aşık oldum. Yazılarımı okuyanlar çok sık aşık olan birisi olduğumu bilirler. Ama bunun farklı olduğunu söylemeliyim :) Daha hiç tanışmamışken bile yarım saat telefonla konuşmuşluğumuz var. Bunun ayrıntısı vermemin sebebi Amsterdam benim aşık olduğum kızla gezdiğim bir yer gibi oldu. O yüzden bu kadar sevmiş olabilirim.
Öte yandan Amsterdam’da olduğum için aşkımızın depreşmiş olması da kuvvetli bir ihtimal.
Amsterdam’ı hep özgürlükler şehri olarak biliriz. Gerçekten medeni bir şekilde özgürlüğün nasıl yaşatılabileceğini burada görüyoruz. Aileler, gezginler, ayyaşlar, dindarlar kimse kimseye karışmadan 134 milletten insan birlikte yaşıyor. Amsterdam’ın bir diğer sevdiğim özelliğiyse herkesin gülümsemesiydi. Gerçekten bu konuda Tayland ile yarışan bir Avrupa ülkesi görmek hoşuma gitti. Tabi bunda her köşede olan coffee shopların da etkisi yadsınamaz. Sabah akşam kafası güzel insanlar biraz daha dünya sorunlarına umursamaz oluyorlar. Tabi ülkede pek dünya sorunu olmadığını da söylemek gerek. Dünya sorunu demişken tam benim gideceğim hafta dünya lideri ülkemizin bir bakanı Hollanda’dan deport edildi.
Mitingler yasaklandı ve Avrupa’lıların Türkiye’ye bakış açısı iyice acınası bir hal aldı. İşte tam bu esnada Atlasjet’ten ucuza bulduğum uçak biletlerimle Amsterdam’a gitmek için yola çıktım.
Normalde kalacağınız yere karışmam ama Amsterdam’a gittiğinizde The Bulldog Hostel’de kalmanızı şiddetle öneririm. Kahvaltı dahil ve fiyatlarda diğer hostellere göre uçuk değil, şehrin merkezinde kalıyorsunuz. Tabi bu dediğim yatak için geçerli, odalarda fiyatları bilemiyorum. The Bulldog Hostel için kendi sitesinden güvenle rezervasyon yapabilirsiniz. Herhangi bir aracı otel sitesiyle çalışmıyorlar. Ben fotolarını görür görmez aşık olmuştum, ancak istediğim tarihlerde yer yoktu. Bende bir gün başka hostelde kaldıktan sonra diğer günler için buraya geldim. Öncelikle odalar çok büyük ve şu ana kadar kaldığım en iyi hostel diyebilirim. Amsterdam’da çoğu otel ve hostelde parti odaları var. İsterseniz bunlarda kendi içkinizle eğlenebilirsiniz. Bulldog Hostel’de böyle bir oda yok ama çok gürültü yapmadıkça ve diğer kalanları ikna ettikçe kaldığınız odada bu tarz takılabiliyorsunuz.
Amsterdam, Euro kullandığı ve tam bir turist şehri olduğu için ucuz bir yer değil. Ancak merkezi bir yerde kaldığınız sürece çoğu yere yürüyerek gidip gelebilirsiniz. En uzun yürüme mesafeniz 45 dakika olacaktır. Benim gibi şehri yürüyerek keşfetmeyi sevenlerdenseniz bu müthiş bir şey. Çünkü şehirde yokuş yok. Amsterdam’da Heineken Müzesini mutlaka görmenizi öneririm. İnteraktif bir müze ve eğleneceğinizi garanti ederim. Hayatınızda harcadığınız en verimli 18 Euro olacaktır. Müze ve kanal gezisi biletlerini isterseniz internetten de alabilirsiniz. Gayet ucuz ve verimli seçenekler var. Van Gogh müzesine de girebilirsiniz, ben girmeye gerek duymadım.
Benim gibi yol iz bilmeden Coffee Shop’larda keyif çatmak isteyenlerdenseniz size verimli olacak birkaç önerim var. Açıkçası sigaranın Marihuanadan (Esrar) daha zararlı olduğunu düşündükleri için çoğu yerde kapalı alanda Marihuana içmek serbest, sigara içmek yasak. O yüzden sigara içenler dışarıda takılmak zorunda. Coffee Shop’a girdiğinizde çekinmeyin, unutmayın yasal birşey yapıyorsunuz. Size derecelere göre tercihinizi soracaklar. Ekstrem bir yere gitmediyseniz 1-5 arası dereceler var. Düzenli bir içici değilseniz 2-3 sizin için uygun olacaktır. Açıkçası 5’te de pek bir numara yok, ama yalnızsanız denemeyin derim. Coffee Shop’a göre bir adet için 4-5 Euro ödüyorsunuz. Tabi yanınızda su ve tatlı bulundurmayı unutmayın ;)
Bir de kek ve mantar mevzusu var. Açıkçası kek beni fazla etkilemedi ama mantarın tadı biraz garip geldi. Sonrasında yaşadığınız tribi de kendinize saklı olarak yaşarsanız kimseyi de rahatsız etmemiş olursunuz.
Ne yazık ki gece belli saatlerden sonra sokaklarda triplerini kendi başlarına yaşayamayan arkadaşlar peydah oluyor ve sadece bu biraz Amsterdam’ın güzelliğine gölge düşürüyor diyebilirim. Ama merak etmeyin siz kimseye bulaşmadıkça onlar da size bulaşmıyor.
İlk günün heyecanıyla hostelin yakınlarında bir bara gittim. İçkimi yudumlarken bu blog için bir video çektim ve yan masadaki kızlar ne çektiğimi sordu. Onları videoya alıyorum sanmışlar. Ben de durumu anlattım, çok ilgi gösterdiler. Oranın işletmecisiyle tanıştık. Mekan hakkında güzel şeyler yazacağımı çünkü çok samimi ve sıcak bulduğumu söyledim. Kızlarla konuşurken konu memleketlere geldi ve bir den Türk olduğumu öğrenince konuşmayı kestiler. Açıkçası Londra’da Norveçli bir kızdan bu ayarı aldığımdan beri yurtdışında başıma gelen ilk olaydı. Tipim de müsait olduğundan o dakikadan sonra Karadağ’lı olmaya karar verdim :) Fake ülke seçerken bu şekilde yerel dilini pek kimsenin bilmediği ülkeler seçmeniz avantajınıza. Zaten kız arkadaşım vardı. Ayrı ülkelerde olsak da mutluydum. Hostele yürürken bisikletin arkasına birşeyler koymaya çalışan 2 kız gördüm. Bana “Yerel bir lezzet tatmak ister misin ?” diye sordular. Ben de doğal olarak “İsterim” dedim. Oraya özel krema ve iki ucunda kağıt helva gibi birşey olan pastayı uzattı. Gerçekten lezzetli birşeydi. Denediğim için pişmanlık duymadım. Sonra onlarla birlikte arkadaşının doğum günü partisine gittik. Ertesi gün hostel değiştireceğim için erken kalktım. Hayalini kurduğum Bulldog Hostel’e yürüyerek gittim. Dediğim gibi yürüdüğünüz maksimum kilometreler 4-5. O da bana çerez kalır :) Burda bir parantez daha açmak istiyorum. Avrupa’da çoğu otel internetten alışveriş yapıp adres olarak orayı vermenize birşey demiyor. Ben de böyle yaptım. Çok istediğim Led lamba burada 300 küsür TL iken ben 80TL gibi bir rakama bunu edindim. Böyle bir niyetiniz varsa otele mutlaka danışın. Avrupa’nın çoğu ülkesinde olan metro ve tramvaylara ücretsiz binme olayı Amsterdam için geçerli değil. 1-2 kere şansınız yaver gidebilir, ama dikkatli olun derim.
Onun dışında nehir kenarında yürümek, insanlarla sohbet etmek bile bir zevk.
Bir gün barda otururken. Yanımdaki bir adamın gay olmasından şüphelendim. Övünmek gibi olmasın gayler bana bayılır. :) Ben tercih etmem tabi o ayrı konu. Efendi efendi biramızı yudumlarken yanıma başka bir adam geldi. Ama adam öyle bir sarhoş ki ayakta duramıyor, konuşamıyor. Barmen sanırım tanıyormuş bunu birasını verdi. Adam da benle muhabbet etmeye başladı. Ama o kadar sarhoş ki kelimeler zor çıkıyor ağzından. İşte nereli olduğumu falan sordu, Türküm diyince; “Türklerin hepsi terörist” dedi. Sarhoş olduğundan tam anlamadım “Excuse me?” diyecek oldum. Yanda oturan gay zannettiğim adam hemen atıldı: “Sen benim dostum Türkler hakkında böyle konuşamazsın, sözünü hemen geri al” dedi. O arada barmen de araya girdi. Burada kimse hiçbir millet hakkında böyle yargılarda bulunamaz diyerek benim bir kelime bile etmeme gerek kalmadan ortamı yumuşattı. Bunu diyen Meksikalı adam da özür mahiyetinde bana ve yanımdaki adama bira ısmarladı. Sonra biz yanımdaki adamla muhabbete başladık. Gay olmasından şüphelendiğim ve olaydan dolayı da yakınlaştığımızdan umutlara gark olmasın diye kız arkadaşımdan bahsettim. Adam gayet candan çıktı. Sırpmış. Ben de Sırtbistan’da bulunduğumu Türklerin ve Sırpların birbirini sevmediği gibi bir inanış olmasına rağmen bir sorun yaşamadığımı söyledim. O da genelde Kuzeyde yaşayanların pek sevmediğini ama ırkların çok abartıldığını söyledi. Açıkçası ben de benzer düşüncedeyim.
Amsterdam’da birçok milletten insanın dostça yaşadığını ancak ülkesinde ve ülkemizde bu olgunluğun oluşmadığını belirtti. Adamla bayağı bir konuştuk. Amsterdam devlet tiyatrosu düzeyinde bir yerde dekor sorumlusuymuş. İstersen konuşabilirim elemelere katıl dedi. Ama yeteneğime güvenmediğinden pek cesaret edemedim buna. Güzelce muhabbet ettik ve başka bir olayla karşılaşmadan gece sonlandı.
Amsterdam size gündüzüyle, gecesiyle ayrı eğlence keyif sunuyor. İsterseniz yakınındaki Volendam ve Marken’e gidebilirsiniz. Doğal güzellikleri seviyorsanız pişman olmazsınız. Ayrıca yeri gelmişken şunu da söyleyeyim. Amsterdam-Noord diye bir bölge var ve uygun fiyatlı bazı oteller burada. Bu bölgeye ulaşım özellikle geceleri biraz problemli. O yüzden kalacağınız oteli buradan seçmemenizi öneririm. Yoksa hatırı sayılır bir taksi parasını tatilinize eklemeniz gerekir.
Amsterdam’ın abartılan yerlerinden biri Red Light District. Belki eski şaşaalı zamanların hatrına bu kadar hürmet görüyor ama Walking Street’i görmüş biri için yeterli değil. Küçük küçük odalar var ve bu odalarda ablalar en hafif tabiriyle misafirlerini bekliyorlar. Ancak odalar çirkin, ablalar isteksiz. Bunun sonucu odalara da yansımış. Çoğu odada kiralık ilanı var ve boş. Burda ilginç olan camekandan istediğiniz kadar izleyebiliyor olmanız. Çoğu zaman seksi giyinmiş ablalar cep telefonlarıyla oynuyor oluyorlar. 72 millet olayına ben pek rastlamadım. Yoğunlukla Beyaz Rus, Avrupalı ve birkaç tane de zenci ablamız vardı.
Bir önerim de alışveriş severlere. Amsterdam’a giderek yanınıza boş bavulunuzu ve üstünüzdeki kıyafetlerinizi alın. Çünkü İngiltere’deki mağazasıyla kalbimde taht kuran Primark burda da var.
Fiyatlar Euro olduğu halde bile çok çok ucuz. Ürünler ise kaliteli ve tarz. Tabi bizde de ucuz tekstil ürünleri var ama buradaki ürünleri başkalarının üstünde görme riskiniz var. Dediğim gibi alışverişe meraklıysanız uğrayın derim. Kadın, erkek, çocuk ve ev bölümü var. Mesela ben 3 Euro’ya aldığım güneş gözlüğümü halen kullanıyorum.
Amsterdam tam bir özgürlükler kenti ve bugüne kadar gittiğim yerler için de herkesin mutlaka görmesi gerekli dediğim tek yer. Sadece uyuşturucu serbestliği için değil. Aynı zamanda kendine özgü bir kültürü var Amsterdam’ın. Tam bir Avrupa kenti ve bu kentte istediğiniz herşeyi yapabiliyorsunuz. Bir kuzey ülkesinde nasıl yaşayabilirim sorusunun cevabını veren şehir bana. Sadece önerim buraya gittiğinizde açık fikirli, birşeyleri denemeye istekli ve pozitif olmanızdır. Kaldığım hostelde Anti Sosyal davranışa sıfır tolerans gösterilir yazan bir kart veriyorlar girişte. Elbette devletlerin düşmanları ve dostları olabilir ve bu zamanla değişebilir. Unutmayın halklar kardeştir. Dünyanın çoğunluğu da böyle düşünmektedir. Benimki gibi çok uç bir örneğe denk geldiğinizde bile insanlar size destek olabilir.

Gezi Bonusu

Açıkçası benim de istediğim dünya açıkçası tam da böyle. İsteyenin istediğini yapması, insanların birbirlerine sebepsiz yere abartmayacak iyilikler yapmaları ve eğer bu iyilikler karşı taraftan yanıt görmüyorsa devam etmemesi. Çevremde çoğu kişi o “pastayı yemezdik” dedi. Haklılar belki Amsterdam’da olmasam ben de yemezdim, ama yedim ve süper bir gece geçirdim. Mutluluğun anahtarı biraz da bu bence.